Hürriyyet - Müsavat
Bundan evvelki makalemizde Kanun-ı Esasi'mizin bize bahş itdiği hürriyyetin kavanin-i mevzua, kavaid-i mezhebiyye, adat-ı milliyyemiz ile mukayyed olması lazım geleceğini icmalen göstermiş idik. Şimdi bu kuyud-ı selasenin fevaidini bir az daha izah itmek isteyoruz.
Evet, insan hürr olmağla beraber bulunduğı memleketin kavanin-i mevzuası ahkamına ittiba'a mecburdur. Ve bu ittiba' levazım-ı insaniyye ve zarurat-ı medeniyyedendir. Zira madem ki insan medeni bi'ttab' olub bir hey'et-i ictimaiyye ile yaşamak mecburiyyetindedir. Şu halde hey'et-i ictimaiyyeyi teşekkül iden her ferdin daima o hey'ete aid menafi'-i umumiyyeye hadim olması, hatta kendi menafi'-i şahsiyyesini bile o menafi'-i umumiyye zımnında gözetmesi ve bu hey'et-i ictimaiyyenin menafiine müteallik her teklife inkıyad eylemesi ve her fiil ve kavlinde ve bütün etvar ve harekatında menafi'-i umumiyyeyi ihlalden son derece tevakki itmesi ve led'el icab kendi menfaat-i şahsiyyesini menfaat-i umumiyyenin husulüne feda eylemesi lazımdır. Çünki eğer böyle olmayub da herkes daima mücerred kendi menafi'-i şahsiyyesini nazar-ı i'tibara alır ve bu maksadın husuli içün her hususda istediği gibi serbest kalır ise fıtrat-ı beşeriyyede hevesat-ı hayvaniyye ğalib ve bu sebeble her şahs kendi nefsine, kendi tabiatine, kendi arzusuna muvafık olanı celbe, olmayanı def'a talib bulunduğundan her şahsın her ne suretle olursa olsun mücerred kendi menafiini te'min ve tahsil içün ğayrın hukukuna tecavüzden ictinab ve hey'et-i ictimaiyyenin medar-ı kıvamı olan tekalife inkıyad itmeyeceği ve bu suretle menafi-i umumiyyenin muhtell olmasına sebebiyyet vireceği ve bi'lahere mensub olduğı hey'et-i ictimaiyyenin şiraze-i intizamını haleldar eyleyeceği umur-ı bedihiyyedendir.
Şu halde hayat-ı ictimaiyyenin adalet ü hakkaniyyet dairesinde cereyanına şiddetle lüzum vardır. Bir hey'et-i ictimaiyyeye adalet ü hakkaniyyeti gösterecek şey ise ancak kanundur. Zira ukul-i beşer mütefavit oldığından, ya'ni herkesin aklı ve dirayeti bir seviyede bulunmadığından, bir kanun-ı adalet olmaksızın her hususda hakkı batıldan tefrik ve temyiz itmek herkesin karı değildir.
Bunun içündür ki hılkat-i Adem'den beri her nerede bir cem'iyyet-i beşeriyye teşekkül itmiş ise o cem'iyyet tarafından orada kendi hayat-ı ictimaiyyelerini muhafazaya kafil bir kanunun vücuduna ihtiyac hiss olunarak kendi ihtiyacları nisbetinde bir kanun vaz'ına ve o kanunun ahkamına ittibaa mecburiyyet hasıl olmuş ve bu usul dünyanın her yerinde cari olagelmişdir.
Her kavm kendi hayat-ı ictimaiyye ve selamet-i kavmiyyeleri içün böyle bir takım kavanin-i mevzu'a ahkamiyle mukayyed ve mükellef oldukları gibi yine aynı hikmete binaen bir çok kavaid-i mezhebiyye ahkamıyla dahi mukayyed ve mükellefdir. Ve bu da bir emr-i zaruridir. Zira insan ruh ile bedenden mürekkebdir. Halbuki beden fani, ruh ise bakidir. Bu alem-i fanide ebdan-i faniyyenin esbab-ı hayat ve seadetini gösterecek, bildirecek bir takım kavanin-i mevzu'a ahkamıyla mukayyed olmak lazım gelince alem-i bakide ervah-ı bakiyyenin seadet ve refahiyyeti yollarını bildirecek ve hatta bu dünyada bile muhtac olub da ukul-i kasıramızla idrak idemiyeceğimiz nice hakayıkı bize gösterecek bir takım kavaid-i diniyye ahkamıyla mükellef olmak lazım geleceği evleviyyetde kalır.
Kavaid-i mezhebiyye, kavanin-i şer'iyye dimekdir. Bu da bir lütf-i Sübhani olarak insanların dünyevi ve uhrevi, suri ve ma'nevi esbab-ı seadetlerini ta'yin ve te'min itmek üzere taraf-ı İlahi'den bir Nebi vasıtasıyla insanlara tebliğ olunan ahkamdır. Bu ahkam, i'tikad, a'mal ve ahlaka müteallık olub bu ahkama riayet idenlerin aksa-yı meratib-i seadete teali idecekleri ve itmeyenlerin dereke-i süfla-yı mezellete düşecekleri şübhesizdir.
Bilhassa şeriatimiz, ciheteyni, ya'ni hem ahkam-ı dünyeviyye ve uhreviyyeyi cami' olduğı ve ekser kavanin-i mevzuamız ve al'el husus kanun-ı medenimiz, ahkam-ı hukukiyyemiz münhasıran kavanin-i şer'iyyeden muktebes bulunduğu cihetle bizim kavaid-i diniyye ahkamıyla mukayyed olmamız kendi hayat-ı ictimaiyye ve menafi'-i milliyyemiz iktizasından olduğını beyana hacet yokdur.
Bu kavaid cümlesinden biri de tesettür-i nisvan mes'elesidir. Kanun-ı Esasi'mizin i'lan olunması üzerine bazı yerlerde bu mes'eleye riayet idilmemeğe başlandığı ma'etteessüf görülmekde ve bu yüzden maazallah beyn'elmüslimin bir fitne-i azimenin zuhuru kuvve-i karibeye geldiği işidilmekdedir. Ve bu da tabii bir şeydir. Çünki yüzlerce milyon müslimanların canlarından daha aziz, ruhlarından daha mukaddes bildikleri bir din-i alinin ahkamından bir hükm-i şer'iye karşı müsliman ünvanı altında bulunan bazı kimseler tarafından bu gibi mübalatsızlık gösterilmek ve hatta bunu tahkire kadar vardırmak bütün ehali-i müslimenin hukuk-ı mukaddeselerine tecavüz dimek olmağla böyle ma'nasız bir işden, bir hiçden dolayı dünyanın her tarafında bulunan kaffe-i ehl-i İslam'ın hissiyat-ı diniyyeleri ğaleyana geleceği bedihiyyat-ı umurdandır.
Bununla beraber ba'zı müslimanların böyle bir hal-i narevaya cür'et itmeleri her dürlü seadet-i dünyeviyyemize hüccet bildiğimiz ve muhafazasına yemin itdiğimiz Kanun-i Esasi ahkamına da münafi olduğundan hükumetimizin bu babda tedabir-i müessireye tevessül itmesi lazımdır. Zira Kanun-i Esasi'nin dördüncü ve on birinci maddeleri hükmünce Devlet-i Osmaniyye'nin dini, Din-i İslam'dır. Ve Zat-ı Hazret-i Padişahi hasb'el hilafe Din-i İslam'ın hamisidir. Bu devletin dini Din-i İslam olub Zat-ı Hazret-i Padişahi de bu dinin hamisi olunca tebaa-i Devlet-i Aliyye'den bulunan her müsliman bu din-i alinin bütün ahkamına riayete mecbur oldığı gibi, aks-i takdirde kuvve-i icraiyye dimek olan hükumetimiz dahi o misillü kimseler hakkında tedabir-i zecriyye ittihazına mecburdur. Zira bu Devlet-i Aliyye'nin tabiiyyetini haiz olan bir müslimanın ahkam-ı dinden bir hükme riayet itmemesi ve o hükmü tahkire kadar varması Kanun-i Esasi'mizin şu iki madde-i mühimmesi ahkamıyla kabil-i te'lif olamıyacağından bu gibi kimseleri hükumetimizin te'dib ve terbiyyeye mecburiyyeti kendisine taalluk iden vezaif-i mühimme cümlesindendir.
Şeriat-i Ğarra-yı Ahmediyye'de emr olunan şeylerin kaffesi nafi' olduğu gibi nehy olunan şeylerin cümlesi dahi muzırrdır. Bu gün bu hakikat bütün ukala ve hükemanın taht-ı tasdikindedir.
İşte Şeriat'ımızda emr olunan şeylerden biri de muhadderat-ı İslamiyye'nin kendilerine mahrem olmayan kimselerden tesettür itmeleridir ki o da saçları dahi dahil olduğu halde vücudlarını ziynetden ari bir şey ile, calib-i şehvet olmayacak bir libas ile örtmekden ibaretdir.
Şimdi bu hükm-i şer'inin muvafık-ı hikmet ve maslahat olub olmadığını muhakeme idelim: Biz diyoruz ki Şeriat'imiz, ahkam-ı sairesi gibi, bu hükm-i münifi dahi muvafık-ı hikmet ve maslahatdır. Levazım-ı insaniyye ve zarurat-ı medeniyye cümlesindendir. Ve bu da vücuh-ı adide ile sabittir:
Evvelen: Kadınların tab'an nazik ve taarruzgah-ı rical olduklarından anlar hakkında ağyardan tesettür kendileri içün büyük bir ni'met ve büyük bir eser-i şefkatdir. Çünki bütün tecemmülatı ile bir kadının, bahusus genc ve güzel bir kadının ağyar ve ecanibin enzar-ı şehvetine arz-ı endam itmesi ve al'el husus bütün kuvva-yı şehevaniyyenin ebdan-ı beşeriyye üzerinde kemal-i dehşet ve şiddetle icra-yı ahkam itdiği böyle bir zamanda erkeklerle, hem de kendisi ile münasebet-i ğayr-i meşruada bulunmak arzusuna son derece mağlub ve münhemik olan erkekler ile musahabetde bulunması anın kıymet-i nisvaniyyesini tenkisden başka hiç bir şeyi müntic değildir. Bunun böyle olduğunu tafsilen beyana hacet yokdur. Çünki bu o kadar bedihi, o kadar celi bir hakikatdir ki bunu inkar, adeta (iki kerre iki dört ider.) hakikatini inkar menzelesindedir.
Saniyen: Ma'lumdur ki bir ailenin te'min-i seadeti iki nev' vezaif-i mühimmeye merbutdur. Bunlardan biri vezaif-i beytiyye, diğeri vezaif-i hariciyyedir. Bu iki nev' vezaifi yalnız zevce ifa idemiyeceği gibi, yalnız zevc dahi ifa idemez. Şu halde, bu vazifeleri taksim itmek iktiza ider. Vezaif-i beytiyyeyi zevceye, vezaif-i hariciyyeyi de zevce tahmil lazım gelir. Bunun aksi olmaz. Zira kadınların hilkat-i asliyyelerindeki nezaket ve zerafet iktizasınca anların bir takım ef'al-i şakkadan ibaret olan umur-ı hariciyye ile iştiğalleri muvafık-ı hikmet ve maslahat olamıyacağı gibi, erkeklerin umur-ı beytiyye ile iştiğale hasr-ı vücud itmelerini de hiç bir akl-ı selim tecviz idemez. Çünki bu adeta kanun-i tabiati tebdile, kadınları erkek; erkekleri kadın yapmağa kalkışmak dimek olub bunun butlanında ise hiç kimse tereddüd itmez.
Bir de kadınların ğaye-i hilkatleri, mücerred anların dünyaya çocuk getirmek ve o çocukları bir müddet terbiyye itmekden ibaretdir. Binaenaleyh eğer kadınlar umur-ı hariciyye ile iştiğale hasr-ı vücud idecek olurlar ise hilkat-i nisvana terettüb idecek olan şu hikmet-i mühimme ve maslahat azimenin fevt olacağı ve bu hal bil'ahere nesl-i beşerin dünyadan inkita'ına sebebiyyet vireceği şübhesizdir.
Madem ki kadınların uhdelerine terettüb iden vezaif sırf umur-ı beytiyyeyi tesviyyeden ve dünyaya getirdikleri çocukları terbiyeden ibaretdir; şu halde anların bütün ziynetlerini takınarak açık saçık oldukları halde kendi kıymet-i nisvaniyyelerini haleldar idecek olan mahallere gitmelerine ve bütün tecemmülatlarıyla bir takım şehvetperestan-ı ricalin ictima'gahı olan mahallerde bulunmalarına hiç bir faide terettüb idemez. Bil'aks vazife-i mükellifeleri muhtell olarak anların bu harekatından telafisi ğayr-i kabil bir çok mazarratlar husule gelir. Ve nihayet seadet-i aile bil'külliyye mahv olur gider.
Ma'badi var.
Musa Kazım
Me'haz: wikilala.com, Sırat-ı Müstakim, Aded 2
Evet, insan hürr olmağla beraber bulunduğı memleketin kavanin-i mevzuası ahkamına ittiba'a mecburdur. Ve bu ittiba' levazım-ı insaniyye ve zarurat-ı medeniyyedendir. Zira madem ki insan medeni bi'ttab' olub bir hey'et-i ictimaiyye ile yaşamak mecburiyyetindedir. Şu halde hey'et-i ictimaiyyeyi teşekkül iden her ferdin daima o hey'ete aid menafi'-i umumiyyeye hadim olması, hatta kendi menafi'-i şahsiyyesini bile o menafi'-i umumiyye zımnında gözetmesi ve bu hey'et-i ictimaiyyenin menafiine müteallik her teklife inkıyad eylemesi ve her fiil ve kavlinde ve bütün etvar ve harekatında menafi'-i umumiyyeyi ihlalden son derece tevakki itmesi ve led'el icab kendi menfaat-i şahsiyyesini menfaat-i umumiyyenin husulüne feda eylemesi lazımdır. Çünki eğer böyle olmayub da herkes daima mücerred kendi menafi'-i şahsiyyesini nazar-ı i'tibara alır ve bu maksadın husuli içün her hususda istediği gibi serbest kalır ise fıtrat-ı beşeriyyede hevesat-ı hayvaniyye ğalib ve bu sebeble her şahs kendi nefsine, kendi tabiatine, kendi arzusuna muvafık olanı celbe, olmayanı def'a talib bulunduğundan her şahsın her ne suretle olursa olsun mücerred kendi menafiini te'min ve tahsil içün ğayrın hukukuna tecavüzden ictinab ve hey'et-i ictimaiyyenin medar-ı kıvamı olan tekalife inkıyad itmeyeceği ve bu suretle menafi-i umumiyyenin muhtell olmasına sebebiyyet vireceği ve bi'lahere mensub olduğı hey'et-i ictimaiyyenin şiraze-i intizamını haleldar eyleyeceği umur-ı bedihiyyedendir.
Şu halde hayat-ı ictimaiyyenin adalet ü hakkaniyyet dairesinde cereyanına şiddetle lüzum vardır. Bir hey'et-i ictimaiyyeye adalet ü hakkaniyyeti gösterecek şey ise ancak kanundur. Zira ukul-i beşer mütefavit oldığından, ya'ni herkesin aklı ve dirayeti bir seviyede bulunmadığından, bir kanun-ı adalet olmaksızın her hususda hakkı batıldan tefrik ve temyiz itmek herkesin karı değildir.
Bunun içündür ki hılkat-i Adem'den beri her nerede bir cem'iyyet-i beşeriyye teşekkül itmiş ise o cem'iyyet tarafından orada kendi hayat-ı ictimaiyyelerini muhafazaya kafil bir kanunun vücuduna ihtiyac hiss olunarak kendi ihtiyacları nisbetinde bir kanun vaz'ına ve o kanunun ahkamına ittibaa mecburiyyet hasıl olmuş ve bu usul dünyanın her yerinde cari olagelmişdir.
Her kavm kendi hayat-ı ictimaiyye ve selamet-i kavmiyyeleri içün böyle bir takım kavanin-i mevzu'a ahkamiyle mukayyed ve mükellef oldukları gibi yine aynı hikmete binaen bir çok kavaid-i mezhebiyye ahkamıyla dahi mukayyed ve mükellefdir. Ve bu da bir emr-i zaruridir. Zira insan ruh ile bedenden mürekkebdir. Halbuki beden fani, ruh ise bakidir. Bu alem-i fanide ebdan-i faniyyenin esbab-ı hayat ve seadetini gösterecek, bildirecek bir takım kavanin-i mevzu'a ahkamıyla mukayyed olmak lazım gelince alem-i bakide ervah-ı bakiyyenin seadet ve refahiyyeti yollarını bildirecek ve hatta bu dünyada bile muhtac olub da ukul-i kasıramızla idrak idemiyeceğimiz nice hakayıkı bize gösterecek bir takım kavaid-i diniyye ahkamıyla mükellef olmak lazım geleceği evleviyyetde kalır.
Kavaid-i mezhebiyye, kavanin-i şer'iyye dimekdir. Bu da bir lütf-i Sübhani olarak insanların dünyevi ve uhrevi, suri ve ma'nevi esbab-ı seadetlerini ta'yin ve te'min itmek üzere taraf-ı İlahi'den bir Nebi vasıtasıyla insanlara tebliğ olunan ahkamdır. Bu ahkam, i'tikad, a'mal ve ahlaka müteallık olub bu ahkama riayet idenlerin aksa-yı meratib-i seadete teali idecekleri ve itmeyenlerin dereke-i süfla-yı mezellete düşecekleri şübhesizdir.
Bilhassa şeriatimiz, ciheteyni, ya'ni hem ahkam-ı dünyeviyye ve uhreviyyeyi cami' olduğı ve ekser kavanin-i mevzuamız ve al'el husus kanun-ı medenimiz, ahkam-ı hukukiyyemiz münhasıran kavanin-i şer'iyyeden muktebes bulunduğu cihetle bizim kavaid-i diniyye ahkamıyla mukayyed olmamız kendi hayat-ı ictimaiyye ve menafi'-i milliyyemiz iktizasından olduğını beyana hacet yokdur.
Bu kavaid cümlesinden biri de tesettür-i nisvan mes'elesidir. Kanun-ı Esasi'mizin i'lan olunması üzerine bazı yerlerde bu mes'eleye riayet idilmemeğe başlandığı ma'etteessüf görülmekde ve bu yüzden maazallah beyn'elmüslimin bir fitne-i azimenin zuhuru kuvve-i karibeye geldiği işidilmekdedir. Ve bu da tabii bir şeydir. Çünki yüzlerce milyon müslimanların canlarından daha aziz, ruhlarından daha mukaddes bildikleri bir din-i alinin ahkamından bir hükm-i şer'iye karşı müsliman ünvanı altında bulunan bazı kimseler tarafından bu gibi mübalatsızlık gösterilmek ve hatta bunu tahkire kadar vardırmak bütün ehali-i müslimenin hukuk-ı mukaddeselerine tecavüz dimek olmağla böyle ma'nasız bir işden, bir hiçden dolayı dünyanın her tarafında bulunan kaffe-i ehl-i İslam'ın hissiyat-ı diniyyeleri ğaleyana geleceği bedihiyyat-ı umurdandır.
Bununla beraber ba'zı müslimanların böyle bir hal-i narevaya cür'et itmeleri her dürlü seadet-i dünyeviyyemize hüccet bildiğimiz ve muhafazasına yemin itdiğimiz Kanun-i Esasi ahkamına da münafi olduğundan hükumetimizin bu babda tedabir-i müessireye tevessül itmesi lazımdır. Zira Kanun-i Esasi'nin dördüncü ve on birinci maddeleri hükmünce Devlet-i Osmaniyye'nin dini, Din-i İslam'dır. Ve Zat-ı Hazret-i Padişahi hasb'el hilafe Din-i İslam'ın hamisidir. Bu devletin dini Din-i İslam olub Zat-ı Hazret-i Padişahi de bu dinin hamisi olunca tebaa-i Devlet-i Aliyye'den bulunan her müsliman bu din-i alinin bütün ahkamına riayete mecbur oldığı gibi, aks-i takdirde kuvve-i icraiyye dimek olan hükumetimiz dahi o misillü kimseler hakkında tedabir-i zecriyye ittihazına mecburdur. Zira bu Devlet-i Aliyye'nin tabiiyyetini haiz olan bir müslimanın ahkam-ı dinden bir hükme riayet itmemesi ve o hükmü tahkire kadar varması Kanun-i Esasi'mizin şu iki madde-i mühimmesi ahkamıyla kabil-i te'lif olamıyacağından bu gibi kimseleri hükumetimizin te'dib ve terbiyyeye mecburiyyeti kendisine taalluk iden vezaif-i mühimme cümlesindendir.
Şeriat-i Ğarra-yı Ahmediyye'de emr olunan şeylerin kaffesi nafi' olduğu gibi nehy olunan şeylerin cümlesi dahi muzırrdır. Bu gün bu hakikat bütün ukala ve hükemanın taht-ı tasdikindedir.
İşte Şeriat'ımızda emr olunan şeylerden biri de muhadderat-ı İslamiyye'nin kendilerine mahrem olmayan kimselerden tesettür itmeleridir ki o da saçları dahi dahil olduğu halde vücudlarını ziynetden ari bir şey ile, calib-i şehvet olmayacak bir libas ile örtmekden ibaretdir.
Şimdi bu hükm-i şer'inin muvafık-ı hikmet ve maslahat olub olmadığını muhakeme idelim: Biz diyoruz ki Şeriat'imiz, ahkam-ı sairesi gibi, bu hükm-i münifi dahi muvafık-ı hikmet ve maslahatdır. Levazım-ı insaniyye ve zarurat-ı medeniyye cümlesindendir. Ve bu da vücuh-ı adide ile sabittir:
Evvelen: Kadınların tab'an nazik ve taarruzgah-ı rical olduklarından anlar hakkında ağyardan tesettür kendileri içün büyük bir ni'met ve büyük bir eser-i şefkatdir. Çünki bütün tecemmülatı ile bir kadının, bahusus genc ve güzel bir kadının ağyar ve ecanibin enzar-ı şehvetine arz-ı endam itmesi ve al'el husus bütün kuvva-yı şehevaniyyenin ebdan-ı beşeriyye üzerinde kemal-i dehşet ve şiddetle icra-yı ahkam itdiği böyle bir zamanda erkeklerle, hem de kendisi ile münasebet-i ğayr-i meşruada bulunmak arzusuna son derece mağlub ve münhemik olan erkekler ile musahabetde bulunması anın kıymet-i nisvaniyyesini tenkisden başka hiç bir şeyi müntic değildir. Bunun böyle olduğunu tafsilen beyana hacet yokdur. Çünki bu o kadar bedihi, o kadar celi bir hakikatdir ki bunu inkar, adeta (iki kerre iki dört ider.) hakikatini inkar menzelesindedir.
Saniyen: Ma'lumdur ki bir ailenin te'min-i seadeti iki nev' vezaif-i mühimmeye merbutdur. Bunlardan biri vezaif-i beytiyye, diğeri vezaif-i hariciyyedir. Bu iki nev' vezaifi yalnız zevce ifa idemiyeceği gibi, yalnız zevc dahi ifa idemez. Şu halde, bu vazifeleri taksim itmek iktiza ider. Vezaif-i beytiyyeyi zevceye, vezaif-i hariciyyeyi de zevce tahmil lazım gelir. Bunun aksi olmaz. Zira kadınların hilkat-i asliyyelerindeki nezaket ve zerafet iktizasınca anların bir takım ef'al-i şakkadan ibaret olan umur-ı hariciyye ile iştiğalleri muvafık-ı hikmet ve maslahat olamıyacağı gibi, erkeklerin umur-ı beytiyye ile iştiğale hasr-ı vücud itmelerini de hiç bir akl-ı selim tecviz idemez. Çünki bu adeta kanun-i tabiati tebdile, kadınları erkek; erkekleri kadın yapmağa kalkışmak dimek olub bunun butlanında ise hiç kimse tereddüd itmez.
Bir de kadınların ğaye-i hilkatleri, mücerred anların dünyaya çocuk getirmek ve o çocukları bir müddet terbiyye itmekden ibaretdir. Binaenaleyh eğer kadınlar umur-ı hariciyye ile iştiğale hasr-ı vücud idecek olurlar ise hilkat-i nisvana terettüb idecek olan şu hikmet-i mühimme ve maslahat azimenin fevt olacağı ve bu hal bil'ahere nesl-i beşerin dünyadan inkita'ına sebebiyyet vireceği şübhesizdir.
Madem ki kadınların uhdelerine terettüb iden vezaif sırf umur-ı beytiyyeyi tesviyyeden ve dünyaya getirdikleri çocukları terbiyeden ibaretdir; şu halde anların bütün ziynetlerini takınarak açık saçık oldukları halde kendi kıymet-i nisvaniyyelerini haleldar idecek olan mahallere gitmelerine ve bütün tecemmülatlarıyla bir takım şehvetperestan-ı ricalin ictima'gahı olan mahallerde bulunmalarına hiç bir faide terettüb idemez. Bil'aks vazife-i mükellifeleri muhtell olarak anların bu harekatından telafisi ğayr-i kabil bir çok mazarratlar husule gelir. Ve nihayet seadet-i aile bil'külliyye mahv olur gider.
Ma'badi var.
Musa Kazım
Me'haz: wikilala.com, Sırat-ı Müstakim, Aded 2